Orhan Çakmur

 

 * Bu yazı ilk olarak SARAT Projesi'nin düzenlediği Arkeoloji Haberciliği Atölyesi'ne katılan gazeteci Orhan Çakmur'un kişisel blogunda yayınlanmıştır. Yazarın izniyle paylaşıyoruz. Yazının ilk adresi için: http://www.beyazatlipress.com/terazinin-adaleti/ 

 

Eski Mısır’da terazide sadece mal tartmıyorlardı; insanların günahları da terazi de tartılıyordu. Terazinin bir kefesine ölünün yüreği, diğer kefesine Ma’at’ın devekuşu tüyü konurdu: yürek vicdanı, tüy ise adaleti sembolize ederdi. Terazi dengede kalırsa veya yürek tüyden daha hafifse günahsız ve kötülüklerden arınmış olduğuna inanılırdı. Ağır gelen yürek, günahın fazla olduğuna işaret eder ve orada hazır bulunan Ammit canavarı tarafından yenirdi.*

Bu terazi hikayesini Koç Üniversitesi Suna & İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Merkezi’ne bağlı (AKMED), Antalya Kaleiçi Müzesi’nde açılan “Pazarın Cazibesi: Tarih Boyunca Akdeniz Dünyasında Alışveriş” adlı sergide okudum.

 

Arkeoloji Haberciliği Atölyesi

 

Hafta sonu Antalya’da bir avuç meraklı gazeteci Ankara İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nün yönetimindeki SARAT Projesi (Safeguarding Archaeological Assets of Turkey – Türkiye’nin Arkeolojik Varlıklarının Korunması) projesi kapsamında AKMED’de düzenlenen Arkeoloji Haberciliği Atölyesi’ne katıldık.

 

 

Etkinliğin açılışında Ankara İngiliz Arkeoloji Enstitüsü (BIAA) Proje Koordinatörü Gül Pulhan’dan “SARAT Projesi ve Arkeoloji Haberciliği Atölyesi’nin Amacı”, Projenin medya sorumlusu Nur Banu Kocaaslan’dan ise "Arkeoloji Hakkında Haber Yazmak: Nelere Dikkat Etmeli, Nereden Başlamalı” hakkında bir sunum dinledik. Geçmişte basında yer alan spekülatif arkeolojik haber örneklerinin eşliğinde keyifli ve öğretici bir sunumdu. Bizler de deneyimlerimizi ve önerilerimizi paylaştık.

Türkiye’de gazeteciler için her alanda olduğu gibi arkeoloji konusunda da doğru bilgiye ulaşmada sıkıntı var. Aslında bu haberlerin oluşmasında öncelikle kulaktan dolma bilgilerin, ardından deneyimsiz editörlerin rolü büyük. SARAT Projesi sayesinde belki bu bilgi kirliliğinin ve spekülatif haberlerin bir nebze önüne geçilebilir.

 

Türkiye’de arkeolojiyle ilgili herkesin bir fikri var!

 

SARAT Projesi kapsamında; arkeolojik miras bakımından zengin bir ülkede yaşayan toplumun arkeolojiyle ne ölçüde, hangi yaklaşımlar, hangi değerlerle bağ kurduğunun anlaşılması için Türkiye’de ilk kez tüm ülkeyi kapsayan yüz yüze bir kamuoyu araştırması yapıldı. Bu aynı zamanda toplumun arkeolojiyle ilişkisi üzerine Türkiye çapında yapılmış ilk kamuoyu araştırması.

Gül Pulhan, atölyede, 3 bin 601 kişi ile yüz yüze görüşerek gerçekleştirilen kamuoyu araştırmasının sonuçlarını paylaştı. Özetle; “Türkiye’de arkeoloji ile ilgili hemen herkesin bir fikri var. Bilgi seviyesi düşük ama herkesin bilgisi var.”

 

 

En çok ilgimi çeken bölümler şöyle;

Ankette ‘yakın çevrenizden define bulan birileri oldu mu?’ diye sorulunca, katılanların sadece yüzde 7’si evet demiş. Bununla birlikte her 4 kişiden 3’ü kaçak kazı yapıldığını görünce polis ya da jandarmayı arayacağını söylüyor. Hiçbir şey yapmayacağını söyleyenlerin oranı ise yüzde 12.

Türkiye genelinde arkeolojik kalıntılar en çok manevi değerleriyle benimseniyor. Görüşülenlerin tercihlerine/cevaplarına göre arkeolojik kalıntılara yüzde 60 manevi, yüzde 50 sanatsal, yüzde 47 bilimsel ve yüzde 32 ekonomik değer veriliyor.

Ankete katılanların yüzde 56’sı e-devlet üzerinden soy ağacına baktığını belirtmiş. Soy ağacına bakanlar en çok 18 – 32 yaş arasındaki gençler.

 ‘Bugünkü Türkiye’yi hangi uygarlık meydana getirmiştir?’ sorusuna, sunulan seçenekler arasında, en çok “binlerce yıldır yaşamış tüm medeniyetler” yanıtı verilmiş. Görüşülenlerin yüzde 46’sı ‘binlerce yıldır yaşamış tüm medeniyetler’, yüzde 28’i ‘Selçuklu ve Osmanlılar’, yüzde 16’sı ‘Türkler’ ve yüzde 10’u ‘Müslümanlar’ yanıtını vermiş.

Her 10 kişiden 9’u “tarihi eserlere zarar verenler cezalandırılmalıdır” diyor. Ayrıca tüm hayat tarzlarının bu konuda hemfikir olması da dikkat çekici. Her 5 kişiden 4’ü Türkiye’nin arkeolojik varlıklarının okullarda okutulması gerektiğini düşünüyor.

Her 100 kişiden 48’i arkeolojik bir yeri ziyarete etmişken, bu oran ev kadınlarında yüzde 29’a düşüyor. En çok ziyaret eden gruplar ise öğrenciler ve üst düzey çalışanlar.

 

Çukur’da bir arkeolog karakteri!

 

Arkeologlar, arkeoloji ile defineciliğin eş tutulmasından dertli. Haksız da değiller. Anket sonuçlarına göre; Türk insanı yaşamın pek çok başka alanında olduğu gibi arkeoloji ile ilgili bilgiye de en çok medyadan özellikle televizyondan ulaşıyor.

Televizyonun etkisi düşünüldüğünde; “Popüler bir dizinin içine yakışıklı bir arkeolog yerleştirilse, mesela Çukur’un içine…” bu algının değişmesine olumlu bir etkisi olabilir mi acaba? diye düşünmeden edemiyor insan. Arkeologların aslında bilim insanları olduğu, define aramadıkları, definecilerle karıştırılmamaları gerektiği doğru anlatılabilir mi?

Aklıma Gazeteci Ahmet Yeşiltepe ve Arkeolog Prof.Dr. Nevzat Çevik’in Demre Myra kazılarını işledikleri “Tarih Avcıları” belgeseli geliyor. Topluma arkeologların nasıl çalıştığını anlatan güzel bir çalışmaydı. Belki bu tip yayınların sayısı artmalı.

 

 

Ankette beni şaşırtan en çarpıcı sonuçlardan biri; Antalya’daki çalışmalarda ankete katılan Antalyalılar’ın yüzde 47’sinin Aspendos’u bilmiyor olmasıydı… Hemen hatırlatayım, 2019 yılı Valilik tarafından Antalya’da “Aspendos Yılı” olarak ilan edildi. Geçen yıl “Perge Yılı”ydı. Özellikle Antalya Tanıtım Vakfı tarafından yöre halkına, ilk ve orta öğretim seviyesindeki çocuklara ve Antalya kamuoyuna Perge’yi tanıtan güzel etkinlikler yapıldı. Darısı Aspendos’un başına diyelim. Yılın yarısı bitmek üzere ama sosyal medyadaki #AspendosYılı etiketleri dışında henüz hiçbir aktivite yok. 

 

“Tarih Boyunca Alışveriş” Sergisi

 

Atölye çalışmaları kapsamında Koç Üniversitesi Suna & İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Merkezi (AKMED) içinde açılan  “Pazarın Cazibesi: Tarih Boyunca Akdeniz Dünyasında Alışveriş” adlı sergiyi gezdik.

 

 

Antalya Kaleiçi Müzesi’nin bulunduğu bina geçmişte Aya Yorgi Kilisesi iken bugün modern bir müzeye dönüşmüş durumda. Serginin küratörü ve AKMED Direktörü Prof. Dr. Oğuz Tekin, nümismatik alanında Türkiye’nin önde gelen bilim insanlarından.

Firavunlar dönemi Mısır’ından başlayan serginin Mezapotamya Uygarlıkları, Persler, Klasik ve Helenistik Çağ, Eski Yunan Şehir Devletleri, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine uzandığını anlatan Oğuz Tekin, “Bu sergide ticaret değil, günlük alışveriş işleniyor” diye vurguladı.

Ve AKMED’in restorasyonla kiliseden harika bir müzeye dönüşen mistik yapısı içinde; bizi uygarlık tarihinin en eski sikkeleri ve terazi ağırlıklarının hikayeleriyle baş başa bıraktı.

 

 

ESKİ MISIR’DA VİCDAN TARTILIYORDU!  Mal tartmada kullanılan terazilerin en erken örneklerine Mısır uygarlığında rastlamaktayız. Ancak Mısırlılar terazide sadece mal tartmıyorlardı; insanların günahları da terazi de tartılıyordu. Nitekim ölüm ve cenazeye ilişkin resimli kayıtlardan oluşan Ölüler Kitabı’nda teraziler sıklıkla resmedilmiştir. Terazinin bir kefesine ölünün yüreği, diğer kefesine Ma’at’ın devekuşu tüyü konurdu: yürek vicdanı, tüy ise adaleti sembolize ederdi. Terazi dengede kalırsa veya yürek tüyden daha hafifse günahsız ve kötülüklerden arınmış olduğuna inanılırdı. Ağır gelen yürek, günahın fazla olduğuna işaret eder ve orada hazır bulunan Ammit canavarı tarafından yenirdi.

 

Lydia Krallığı ve sikkenin icadı

 

 

MÖ 7. Yüzyılın sonlarına yaklaşılırken Lydialılar devrim niteliğinde bir buluşa imza atıp sikkeyi icat ettiler. Lydia Krallığı’nın başkenti Sardeis (bugün Sart, Salihli) kentinin içinden geçip giden Paktalos Çayı (Sart Çayı) kaynağı Thomolos Dağı (Bozdağ) idi. Paktalos Çayı kaynağından aldığı altın ve gümüş alaşımı bir metal olan elektron zerreciklerini sularda sürükleyerek Sardeis’e kadar getiriyordu. Irmaklardaki bu maden zenginliğinin farkında olan Lydialılar, daha sonra “Altın Post” efsanesinin doğmasına da neden olacak bir uygulamayla koyun postlarını ırmakların sularına daldırarak postun aralarına sıkışan elektron zerreciklerini topluyorlardı. Bu elektron zerrecikleri daha sonra rafineride işleme tabi tutuluyor ve sikke metaline dönüştürülüyordu. Lydia Krallığı’nın ilk sikkeleri muhmetelen Kral Alyattes (MÖ yak. 591 – 561) zamanında elektrondan basıldı. Yapılan analizler Lydialıların sikkelerini doğal elektrondan basmadıklarını, elektron alaşımına müdahale ederek altın oranının düşürdüklerini, gümüş oranını ise arttırdıklarını göstermiştir. Kroisos (MÖ yak. 561 – 546) döneminde ise elektron sikke darbı terkedilmiş hem altın hem de gümüşten sikkeler basılmıştır.

 

Agora'da alışveriş ve döviz büroları 

 

Antikçağ’da agoraya alışveriş için daha ziyade erkekler, köleler veya yaşlı kadınlar giderdi; zenginlerin veya genç kadınların gitmesi pek hoş karşılanmazdı.

Antikçağ’da da günümüzdekine benzeyen döviz büroları varmış?

Sergide bununla ilgili şöyle bir bilgi yer alıyor; Agoların bir köşesinde ya da çevresinde bir yerde, yabancı sikkeleri, o kentin sikkeleriyle değiştiren günümüzün döviz bürolarına benzeyen dükkanlar da vardı. Başka bir kenttten gelen birinin elinde altın veya gümüş gibi değerli ketalden sikkeler varsa, agorada alışveriş yapabilmesi için onları o kentin değerli metalden sikkeleriyle değiştirmesi gerekiyordu. Bazen yabancı sikkeye bir kontrmark (damga) vurulmak suretiyle de geçerliliği sağlanıyordu. Agoralarda görev yapan para değiştiriciler trapezital (lat argentarii) olarak anılırdı. Para değiştiriciler, bu işlemi belli bir komisyon karşılığında (ör: % 10) yapıyorlardı.

 

Peki terazi nasıl tutulmalı? 

 

Terazi (zugos), terazi kolunun orta yerindeki tutamak veya askının yukarıdan tutulmasıyla kullanılırdı. Büyük Constantinus (MS 306 – 337), Üç Eyaletin Hazine Temsilcisi Euphrasius’a, verginin altın sikke olarak toplanması sırasında terazinin üst tarafındaki tutamağından iki parmakla tutulması gerektiğini, diğer üç parmağın serbest kalmasını ve vergi memuru tarafına dönük olmasını, böylece parmakların ağırlıkların olduğu kefeye baskı yapmamış olduğundan emin olunmasını buyurmuştu.

Ağırlık ve ölçüler, her zaman en önemli kamusal araçlar arasında kabul edildiğinden, devletin resmi standart ağırlık ve ölçüleri devletin en önemli merkezlerinde veya tapınaklar gibi kutsal mekanlarda muhafaza edilirmiş.

 
KEÇİBOYNUZU ÇEKİRDEĞİ VEYA KARAT / KIRAT Aynı zamanda altının kalitesini ölçmekte kullanılan karat/kırat (keration) sözcüğünün etimolojik kökeni keçiboynuzu çekirdeğidir. Bir keçiboynuzu çekirdeği 0.20 gramdır (veya 200 miligram). Hava koşullarına ve suya dayanıklı olduğundan ağırlığı değişmeyen bu çekirdeğin değerli metalleri ve taşların tartılmasında kullanılması binlerce yıl öncesine gitmektedir.

“Pazarın Cazibesi: Tarih Boyunca Akdeniz Dünyasında Alışveriş” Sergi 31 Ağustos’a kadar açık. Mutlaka ziyaret ediniz.

 

Arkeologlar en çok da bürokrasiden dertli 

 

Arkeoloji Haberciliği Atölyesi’nin son bölümünde Akdeniz Üniversitesi’nden Prof. Dr.Gül Işın’dan “Sürdürülebilir Arkeoloji” üzerine çarpıcı bir sunum dinledik.

 

 

Sözlerine “Arkeoloji sürsün istiyorum” diyerek başlayan Gül Işın, hayli espri yüklü sunumunda zaman zaman bizleri gülümsetirken, içimizi acıtan veriler paylaştı.

Arkeoloji’ye “Kazı Bilimi” yerine Latince karşılığında olduğu gibi “Eskinin Bilimi” denmesini önerdi. “Kimsenin dili arkeolojiye dönmüyor. Daha adını biz bile doğru paylaşamıyoruz. Definecilerle eş değer tutuluyoruz” diye serzenişte bulundu.

Gül Işın, yeni dünya arkeolojisine ayak uyduramadığımızdan yakındı. “Karain Mağarası’nın duvarlarında ultraviyole ışınlarla duvar resmi var mı bakmadık!” dedi.

Sunumda paylaştığı veriler dikkat çekici;

Örneğin; Türkiye’de tescilli SIT Alanı 19 bin civarında. Kültür Bakanlığı’na bağlı sadece 190 müze ve 138 düzenlenmiş ören yeri bulunuyor. Oysa İngiltere’de tescilli SIT Alanı sayısı 50 bin.

Antalya’da 915 SIT Alanı, buna karşın sadece 28 müze ve ören yeri var.

Antalya, en çok turist, en az müze ve ören yeri ziyaretçi rekortmeni!

Tarihimizi koruyamıyoruz. Bilimsel kazılara başlanan ama ödenek yetersizliği ya da bürokrasi nedeniyle kaderine terkedilen kültürel miras alanları var. Buralarda elinde dedektör hatta iş makinaları ile defineciler cirit atıyor!

Gazeteci Yusuf Yavuz, Türkiye gibi kaçak kazı ve tarihi eser kaçakçılığının yoğun yaşandığı İtalya’da Emniyet Teşkilatı içinde “Kültürel Mirası Koruma Birimi” olduğu bilgisini verdi. Biz kendi aramızda acaba “Arkeoloji Polisi” birimi mi kurulsa diye fısıldadık.

Arkeologlar en çok da bürokrasiden dertli. Arkeoloji alanında bilimsel çalışmalar bürokrasiye bağımlılıktan kurtarılmalı.

Türkiye’de 50’nin üzerinde üniversitede arkeoloji bölümü var. Diplomayı alanların çoğu farklı iş kollarında çalışıyor. İdealistlik de bir yere kadar.

Gül Hoca’nın sunumundan hala zihnimde yankılanan üç cümlesi ile noktalıyorum;

Antalya’da ne Pisidia’yı ne Lykia’yı koruyamıyoruz. Pamfilya zaten oteller bölgesi.”

“Biz ilgilenmiyoruz ama Avusturyalı bir parlamenter soruyor: Eski Antalyalı eserler, uzaklarda ne yaparlar? (134 yıldır Viyana Müzesi depolarında sergilenmeyi bekleyen Heron Anıtı için söylemiş)

“Amerika’da hayaletleri bile pazarlıyorlar. Çünkü herkes hikaye ile ilgileniyor. Datça Knidos Aphroditesi dünyaya ilham kaynağı oldu. Salvador Dali, Andy Warhol, Boticelli, Knidos Aphroditesi’nden esinlenerek eserler üretti. Maalesef biz bu zenginliğimizin farkında bile değiliz.”

Arkeoloji Haberciliği Atölyesi, benim için mesleki olarak katıldığım en keyifli ve öğretici etkinliklerden biri oldu. Şimdi sırada; “Arkeolojik Varlıkların Korunması ve Kurtarılması Online Sertifika Programı” var. Arkeolojiyle ilgileniyorsanız SARAT Projesi’nin web sayfasını; www.saratprojesi.com/tr incelemenizi öneririm.

 

 SARAT Projesi Nedir?

 

SARAT Projesi adını İngilizce ‘Safeguarding Archaeological Assets of Turkey’ (Türkiye’nin Arkeolojik Varlıklarının Korunması) ifadesinin baş harflerinden alır. Projenin amacı, Türkiye’nin arkeolojik varlıklarının korunması için bilgi-kapasite ve farkındalık artırmaktır. Bu hedef doğrultusunda çeşitli eğitim ve araştırmaları hayata geçirmektedir. SARAT, British Institute at Ankara (BIAA – Ankara İngiliz Arkeoloji Enstitüsü) başkanlığında yürütülen bir projedir. Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi (ANAMED) ve Uluslararası Müzeler Konseyi İngiltere Şubesi (ICOM UK) projenin ortaklarıdır ve çalışmalar birlikte yapılmaktadır.