NUR BANU KOCAASLAN
Hasankeyf’te bir devir kapanıyor, yeni bir devir açılıyor. 1954’te dönemin Devlet Su İşleri genel müdürü olan Süleyman Demirel’in tasarladığı baraj projesi, bugün, tam 65 yıl sonra hayata geçiyor.
Yıllardır tartışmalarla anılan projenin tam adı Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santralı (HES). Dicle Nehri’nde 136 kilometre boyunca uzanan baraj sadece Batman’ın artık 3 bin kişinin yaşadığı ilçesi Hasankeyf’i değil, Siirt, Diyarbakır, Mardin ve Şırnak illerine bağlı çok sayıda köyü ve yerleşimi de su altında bırakacak. Baraj inşaatının maliyeti 8.5 milyar TL. Yeni yerleşim alanlarının oluşturulması, Hasankeyf’teki çok sayıda eserin taşınması gibi kalemlerle projenin toplam maliyetinin ise 12 milyar TL olduğu ifade ediliyor. Ancak bu maliyete daha ağır bedeller de eşlik ediyor.
Dicle Nehri’nin kenarında yer alan Hasankeyf, yaklaşık 12 bin yıllık tarihe sahip bir kent. Yaklaşık 5 bin 500 insan eliyle oyulmuş mağara ve 550’nin üstünde tespit edilmiş kültür ve tarih varlığı bulunuyor. Roma döneminde yükselişe geçen bölge daha sonraları Asuri, Süryani, Emevi, Abbasi, Artuklu, Eyyübi ve Osmanlı dönemlerini yaşıyor. Hasankeyf bugüne değin uzanan bu kesintisiz yerleşiminin gelecek yıllarını Raman Dağı’nın eteklerine kurulan apayrı bir kentte devam ettirecek gibi görünüyor.
Ancak barajdan etkilenen tek yer Hasankeyf değil. Yukarı Dicle olarak anılan bu bölgedeki ilk yerleşimler neolitik döneme kadar uzanıyor. Ilısu Barajı Kurtarma Kazıları adı altında Batman, Diyarbakır, Siirt ve Mardin’de 23 höyükte kazılar yapıldı. 2006 yılında farklı kurumlardan bileşenlerle barajın yapımını durdurmak için kurulan sivil toplum örgütü Hasankeyf Koordinasyonu’na göre baraj Hasankeyf de dâhil bölgede tescilli toplam 289 arkeolojik sit alanını etkileyecek. Yine 199 köy de su altında kalacak hatta bazılarına su geldi bile.
5 Ekim 2019 Cumartesi sabahı Batman’dan Hasankeyf’e varıyorum. Batman Valiliği 8 Ekim 2019 gününe kadar ev ve dükkanların boşaltılması gerektiğini duyurmuş ancak karşımdaki şehir üç gün içinde tamamen boşaltılacakmış gibi hiç durmuyor. Eski çarşıda hala tezgahlar açık, inşaat kamyonları kadar sık geçen tur otobüsleri çoğunluğu yerli turistleri gün boyu ilçeye getirip götürüyor. Bir inşaat sesi tüm ilçeye hakim. Sokak aralarında dolaştıkça ise az da olsa kamyonlara eşyalarını yükleyen aileleri görmeye başlıyorum. Aileler hala çalışmaların tamamlanamadığı yeni yerleşime geçmek için hazırlık yapıyor.
Hasankeyf’in 3 bin nüfusluk halkı için eski şehrin karşısındaki Raman Dağı eteklerine 710 konutluk yeni Hasankeyf inşa edildi. Tek katlı konutların olduğu yeni yerleşim yerinde yan yana dükkanların olduğu, han görüntülü bir çarşı alanı, okullar, hastane, cami, müze ve yakında bitirilmesi planlanan bir arkeopark yer alacak. Hasankeyf’in şu andaki en yakıcı gündemi de bu yeni yerleşimde hayatın nasıl olacağı. Belirsizlik, en umutlusundan en umutsuzuna Hasankeyf’teki herkesin ortak paydası.
“Devlet eliyle ikinci bir göç söz konusu”
Burada olabildiğince çok insanla konuşmayı istiyorum. Önce 30 yaşındaki Yusuf ile buluşuyoruz. Yusuf doğma büyüme Hasankeyfli, bölgenin tarihini yakından biliyor ve çok önemsiyor. Yusuf söze kendi ailesini anlatarak başlıyor: “Ailem kale yıllarından beri burada. Kalede sürekli yerleşim var, 1972 yılında mağarada insan nasıl yaşar diye aşağı indiriliyorlar, burada yaşam başlıyor. Bugün 2019, burası su altında bırakılıyor, yapılmış şehir boşaltılıp yeni bir şehre göçe zorlanıyor. Yine devlet eliyle yapılan ikinci bir göç söz konusu.”
Yusuf gençlik yıllarından beri Hasankeyf’in sular altına kalmasına karşı durmuş, bunun için eylemler yapmış, farklı örgütlerle çalışmış. Ama bugün kendi deyimiyle biraz geri çekilmiş, “Ya sesinizi keseceksiniz ya da ekmek yemeyeceksiniz” diyor.
“İster istemez kültür bir tarafa bırakıldı”
Hasankeyf’te kime sorsak yeni inşa edilen konutlarla ilgili bir şikayet duyuyorum. Halkın en yakıcı gündemi evlerin ya henüz tamamlanmamış olması ya da içlerinin ciddi bir bakım gerektirmesi. Sık sık su ve elektrik kesintisi yaşıyorlar. Evlerin yeni olmasına rağmen tadilat gerektirdiği, tesisatın tamamlanmadığı, bahçelerin molozla dolu olduğu gibi sayısız sorun dinliyorum. Yusuf’a göre halk Hasankeyf’in tarihini önemsese de mağduriyetlerin bu konularla ilgilenmek için fırsat vermediğini söylüyor: “İster istemez kültür bir tarafa bırakıldı, kendi haklarını aramaya başladılar. Kamulaştırmadaki paraların az olması onları mağdur etti, yeni yerleşimin kurulması ama istihdamın sağlanmamış olması yüzünden istihdam istemeye başladılar. Evlerin kötü, eksik yapılması, şirketlerin insanları çok takmaması insanları mağdur etti. Yaşam mücadelesine dönüştü. Şu an insanlara sorduğun zaman, bir an önce evlerimizi tamamlasınlar da biz de gidip adam akıllı yaşayalım der. İnsanlar bunun derdinde artık, tarihin, kültürün değil. Buradaki okullar kapatıldı mesela, öğrencilerin karşı tarafa (yeni yerleşim) geçmesi gerekiyor, ama aileler burada. İnsanlar yarım yamalak taşınmak zorunda kaldı.”
Hasankeyf halkının büyük çoğunluğunun geçim kaynağı turizm. Eski çarşı yan yana dizili tezgahlarla dolu. Yukarı kaleye çıkan yol eskiden Hasankeyf’in en işlek yerlerinden biriydi. Sıra sıra dizili dükkanlardaki esnaflar, ilçeye gelen turistleri satış yaparak gelir elde ediyordu. Çarşıdaki tüm dükkanlara ikinci kez boşaltma emri geldi. Yusuf’a göre ise yeni yerleşimde aynı hareketliliği bulamayabilirler: “Diğer tarafta çarşı yapıldı ama insanların o tarafa çekilmesi için projelerin yapılması gerekiyor. Bir turist için Hasankeyf’te suyun kenarına oturup, tarihle doğayla iç içe bulunmak varken, yeni Hasankeyf’te onu ne çekecek? Tamam taşınan eserler var, müze yapıldı, kalenin tekrar turizme kazandırılması lazım. Bunları anlıyoruz. Ama bunlar bir zaman alacak, beş – on yıl belki. Bu süreçte insanlar ne yiyip ne içecek, nasıl geçinecek? Böyle bir sıkıntımız var.”
Ama sadece turizm değil, hayvancılık ve bahçecilik de yeni barajdan etkilenecek. Hayvancılık yapılacak alanlar daralacak. Bölgeye has nar, üzüm, incir gibi birçok meyvenin yetiştirildiği Hasankeyf’in doğusundaki Salahiye Bahçeleri de sular altında kalacak. Halbuki bu bahçelerin kökeninin 15’inci yüzyıla uzandığını anlatıyor Yusuf.
Taşıma işlemlerine milyonlar harcandı
Hasankeyf’te gündem her ne kadar gelecek kaygıları, istihdam, yeni yerleşim yerine geçmekteki sıkıntılar olsa da burası kalesiyle, mağara yapılarıyla, içinde barındırdığı farklı dönemlerden çok sayıda tarihi eserle aslında bir açık hava müzesi. Devlet Hasankeyf’teki eserlerin taşınması için bilindiği kadarıyla milyonlarca lira harcadı, en son zikredilen taşıma maliyeti 250 milyon liraydı. Zaten Hasankeyf yakın zamana kadar da sadece bu eserlerin ‘ihtişamlı’ taşıma haberleriyle gündeme geldi.
Hollandalı bir şirketle yerli şirketlerin beraber üstlendiği taşıma işlemleri için Hasankey’te yeni bir köprü dahi yapıldı. Şu zamana kadar yeni Hasankeyf’teki arkeoparka taşınan eserler şöyle: Zeynel Bey Türbesi, Artuklu Hamamı, Kızlar (Eyyubi) Camisi, Orta Kapı, İmam Abdullah Zaviyesi, Sultan Süleyman Camisi’nin minaresi, kubbeleri ve çeşmesi, Koç Cami’nin alçılı eyvanları, mihrap üstü. Yine El Rızk Camisi’nin taşınması için gün sayılıyor. Bunun için önce caminin önündeki bekleme alanında kültür varlığı olduğu için bir kurtarma kazısı yapılacak. Kazıyla kültür varlığı gün yüzüne çıkarılıp belgelendikten sonra alanın üstü betonla kapatılacak ve caminin taşınma işlemi başlayacak. Ancak taşıma işleminin gerçekleşmesi için çarşının da kaldırılması gerekiyor. Hasankeyf’te her şey birbirine bağlı ve her şey çok karışık.
İlçede şu anda bir okulun bahçesinde de Roma dönemi kalıntıları olduğu için bir kurtarma kazısı yapıldığını duyuyorum. Şehir içinde birkaç yerde sondaj çalışması yapılıyor, Hasankeyf Höyük’ün kazı çalışmaları ise tamamlanmış.
"Kültür benim, ben bu kültürün son temsilcisiyim"
Bu eserlerin taşınması Hasankeyfliler için kolay bir konu değil. İnsanların yan yana yaşadığı, yıllar içinde bağ kurduğu eserler bunlar. Yusuf yerel kimliğin en önemli özelliğinin bu eserlerin sahibi medeniyetlerden Hasankeyf’e kalan birikim olduğunu söylüyor: “Hasankeyfi Hasankeyf yapan, sürekli bir yerleşim olması. Şimdiki evimi kazsanız altında Osmanlı, Eyyübi, Artuklu bulacaksınız. Ve ben, cumhuriyet dönemi. En güzel tarafı da bu. Belki bin yıl önce başka bir yerden göçmüşümdür ama kültür araç gibidir, kök salar, onu özümsetir. Burada böyle bir devamlılık var. Bu karmaşa, bu devamlılık, benim için Hasankeyfi Hasankeyf yapan bu.”
Ancak Yusuf’a göre Hasankeyflilerin yaşadığı durumun ağırlığı dışarıdan çok algılanıyor değil, üstelik yıllardır tarihlerine sahip çıkmamakla da suçlandıklarından yakınıyor. Ona göre Hasankeyf mücadelesi siyasete alet edildiği için zarar görmüşler. Bana şunları anlatıyor: “İnsanlar kendi siyasi görüşlerinin eylemlerini burada yapmaya çalıştılar. Çok kullanıldık. Bunlara katılmadığımızda da Hasankeyf’i, Hasankeyf’in tarihini satmış insanlar olarak lanse edildik. Burada başka sloganlar atıldı, bu sloganları duyup bir daha çıkmayınca Hasankeyf uyuma, tarihine sahip çık diye sloganlar gelmeye başladı. Böyle olunca halk geri çekilmek zorunda kalıyor. Sonra diyorlar ki siz Hasankeyf’i sattınız. Satmama gibi bir durumun yok, zorunlu kamulaştırma diye bir şey var. Herkes tarihi eserler gidiyor, kayboluyor, kültür kayboluyor diyor. Ya kardeşim kültür benim! Ben bu kültürün son temsilcisiyim. Burası benim yani kimse kusura bakmasın. Ben bu kültürün, bu köprünün, bu caminin son temsilcisiyim. Buranın milleti var diye bunlar var. Başka bir millet olsa belki bu zamana kadar kalmayacaktı. Mesela Sultan Süleyman Camii benim oyun alanımdır. Hiçbir zarar görmedi yıllardır. Şimdi yerinde yok. İnsanlar bunun farkında değil. Bizi kızdıran, canımızı acıtan şey bu. Kültüre çok para harcandı, işin doğrusu bu, fazlasıyla harcandı. Onun bir kısmı Hasankeyf halkı için harcanmadı. Bu ülkede insanlar gerçekten tarihle insanın, kültürle insanın iç içe olduğunun farkında değil. Kültürü taşıyanın insan olduğunun farkında değiller.”
“Yerleştirme kura ile yapıldı, ilişkiler kopuyor”
Toplumsal arkeoloji konusunda akademik makalelerde sayfalarla anlatılacak bir şeyi Yusuf bir çırpıda ‘Kültür benim’ diyerek özetliyor. O Hasankeyf’i Hasankeyf yapan şeylerin başında 12 bin yıllık yerleşimi ve yüzyıllar içinde geliştirdiği kendine has dilinin geldiğini düşünüyor.
“Hasankeyf Araptır, kalede Araplar yaşar. Çevre köylerin tamamı ise Kürt. Mesela Siirt’te, Sason’da Arap köyleri vardır ama burada sadece kalede yaşıyor Araplar. 1970’li yıllara kadar bir sıkıntı yok, çünkü kendi içinde kavruluyor Arapçası, kültürü, söylemleri, kendi içinde yaşıyor. Ne zamanki buradan aşağı indirilinceye kadar. O zaman çevre köylerden Kürtler de gelip yerleşmeye başlıyor. Yerleşim karışmaya başlıyor. Böyle böyle, yavaş yavaş kendi eski kültürümüz yok oluyor, yeni yerleşime geçince iyice kaybolacak. Midyat’ın Arapçasıyla Siirt’in Arapçasıyla buranın Arapçası bir değil. Buranın ayrı bir ağzı var. Yavaş yavaş dilimiz de kaybolacak, ama bu sefer tamamen gidecek.”
Ona bunun barajla ne alakası olduğunu sorduğumda şöyle izah ediyor: “Barajla insanlar dağılıyor. Şimdi burada bir komşu silsilesi vardır. Yeni şehirde yerleştirme kura ile karışık yapıldı. İnsanlar eski komşularından kopuyor böyle.”
“İnsanlar ağır bir travma geçiriyor”
Buraya gelmeden önce mezarların taşındığı haberlerini okumuştum medyada. Söz bu konuya geldiğinde Yusuf da kendi hikayesini anlatıyor: “Benim de ailemin mezarları taşındı. Yani işin bu kısmı ağır, insanlar ağır bir travma geçiriyor aslında. Şimdi yeni eve gidiyorum mesela. Annem yok, babam yok, onlarla beraber doğup büyüdüğüm ev yok, hatıraları yok. Hiçbir şey yok, sanki mülteci gibi, hiçbir şeyin olmadan kupkuru oturuyorsun. Tırmandığın ağaç yok, babanın eliyle diktiği ağaç yok. Tamam ölüyorlar gidiyorlar ama hatıraları kalıyor. O evde şunu yapmıştı, şu köşede oturmuştu, şurada benimle konuşmuştu… Yeni yerde bunları sana hatırlatacak hiçbir şey yok. Bu sefer ölülerle olan bağın tamamen kayboluyor, bunları da yaşatıyorlar insana. İnsanlar tarihi eser diyor, ama bunlar da var. Kupkuru bir bina, yeni komşular, yeni bir yaşam tarzı.”
Yusuf’la burada noktalıyoruz konuşmayı. Ben yeni yazıda anlatacağım, konuştuğum diğer Hasankeyflilerle karşılaşmak için yukarı doğru yürümeye başlıyorum.