Suriye, son yedi yıldır devam eden iç savaşla birlikte, Ortadoğu’daki kaos ve çatışma ortamının simgesi haline gelirken; arkeolojik eserlerin yağma ve kaçakçılığında da gitgide kötüye giden bir tablonun merkezine oturdu. Çatışmanın tarafı olan örgütlerin tarihi eser ticaretini, savaşın finansmanında kullandıkları artık bir sır değil ve uluslararası kurumlar buna yönelik önlemler almaya çalışıyor. Ancak ören yerlerindeki kaçak kazılar ve eser ticaretinde tek aktör sahadaki örgütler değil. Uzun yıllardır eser alıp satanların yanı sıra, iç savaşın yok ettiği kamu düzeni, güvenliksiz ortam, ekonomik faaliyetlerin durma noktasına gelmesi gibi sayısız nedenle kaçak kazılara katılan, eser alıp satan insanların sayısı da yadsınamayacak düzeyde. Üstelik bölgede yedi yıldır aralıksız süren savaş, bu konuyla mücadelede çözüm yolları bulmak için sahada çalışma yapmayı da önemli düzeyde etkiliyor.
Dr. Isber Sabrine[1] ve Dr. Neil Brodie[2] 2016 yılında yürüttükleri çalışmayla bu bilinmezliği bir nebze aşmaya çalışan İngiltere ve Suriye’den iki arkeolog. ‘Suriye Kültürel Varlıklarının Kaçak Kazı ve Ticareti: Sahadan bir Bakış’[3] başlıklı makalelerinde Suriye’nin İdlib bölgesinde oturan, kaçak kazılara doğrudan ya da dolaylı olarak katılan yedi Suriyeli ile görüşmelerinin detaylarını yayınladılar. Görüşmeler 2016 yılının Haziran-Temmuz ayları arasında gerçekleşti. Brodie ve Sabrine gönüllü konuşmacıların kimliklerini güvenlikleri nedeniyle gizlerken, tüm görüşmeler Sabrine tarafından yüz yüze ve Arapça yapıldı.
İç savaştan önce işçi, devlet memuru, polis ya da arkeolog olan Suriyeli yedi katılımcı, ya kaçak kazılara katılıyor veya kazı organize ediyor ya da kaçak kazıları birebir gözlemlemiş. Birçoğunun ortak özelliği, iç savaştan önce de ara sıra kazılara katılmış olmaları. Ama hiçbiri savaş başlamadan önce tam zamanlı olarak bu işi yapmak zorunda kalmamış. Brodie ve Sabrine’in işaret ettiği üzere, görüşmeciler ülkenin bozulan ekonomik sisteminde hayatta kalabilmek, durumla ‘baş edebilmek’ için eser ticaretinin farklı safhalarında yer alıyor.
Suriye’de eski eser kaçakçılığının geldiği boyuta sahadan bir bakış veren makaleden dikkat çekici hikayeleri derledik:
Kaçak kazı yapan işçi
Katılımcı 1, savaş başlamadan önce Lübnan’da inşaat projelerinde çalışıyormuş, çatışma süreciyle birlikte askeri kontrol noktalarından geçerek seyahat etmek gitgide tehlikeli bir hal aldığından, daha önce de katıldığı kaçak kazılara yönelmiş. 2011’den önce ‘boş zamanlarında’ para kazanmak için yaptığı bir işken, şimdi ‘hayatta kalmak’ için sürdürdüğü iş haline gelmiş kaçak kazılar.
Katılımcı 1, kendisinin oldukça tecrübeli olduğunu söylüyor. Hem üzerinde arkeolojik kazı yapılmamış alanlarda, hem de Ebla gibi tanınan yerlerde kazılar yapmış. Üç kişilik kazı ekibi metal dedektörleri kullanıyor. Fransız malı dedektörün Türkiye’de 1000 dolar karşılığında bulunabildiğini söylüyor. Buldukları eserleri yerel bir alıcıya satıyor, geliri aralarında paylaşıyorlar. Bir şey bulabilmek için sabah 7’den akşam 7’ye kadar günde 12 saat çalışıyorlar; birçok gün herhangi bir esere ulaşamadan geçiyor. Bir eser bulduklarında ise kazançları aylık 10 bin Suriye lirasına denk geliyor, bu da makalenin yazıldığı yılda 20 dolara denk geliyordu. Savaştan önce ise Suriye’de ortalama bir işçi, herhangi bir sektörde günlük 10 dolar kazanabiliyordu. Bu da kaçak kazıların Katılımcı 1 gibi işçilerin aslında neredeyse hiçbir şey kazandırmadığını gösteriyor.
Katılımcı 1, kendi köyünde 100 civarında kaçak kazı yapan kişinin ve 20’den fazla da alıcının olduğunu tahmin ediyor. Bazı alıcılar 2011’den önce de varmış, içlerinden en varlıklı olanlarınsa piyasayı kontrol ettiğini düşünüyor. Suriye hükümetinin ve IŞİD’in kontrol ettiği köylerden eser satmaya gelenler olduğunu belirten Katılımcı 1, daha önce Lübnan üzerinden geçen eski eser kaçakçılığı rotasının 2011’den sonra Türkiye’ye kaydığını söylüyor.
Dünün devlet memuru, bugünün eser alıcısı
Savaştan önce İdlib’de memur olan Katılımcı 2, şimdi 10 metal dedektörü ve bu dedektörleri kiraladığı işçilerle kaçak kazılara hem malzeme temin eden, hem de bulunan eserleri satın alan bir kaçakçı haline gelmiş. Yine aynı marka olan dedektörleri 800-1200 dolar arasında fiyatlarla Türkiye’den satın almış. Kazılardan elde edilen her şey, Katılımcı 2 ve iki kazıcı arasında eşit bölüştürülüyor. Katılımcı 2’nin aylık kazancı 200 dolar civarında olsa da, görüşmenin yapılmasından iki yıl önce bu gelir 1300 dolar imiş.
Buldukları eserler daha çok sikkeler. Roma ve Erken Bizans dönemi altın sikkelerinin tanesi 1500 dolara alıcı bulurken, Abbasi sikkelerinin tanesi 150 dolara satılabiliyormuş. Katılımcı 2, Emevi halifesi Abdülmelik döneminden kalma bir sikkenin Körfez’den bir Arap satıcı tarafından 50 bin dolara satıldığını duyduğunu belirtirken, kendisinin de Hama yakınlarında bulunan bir Abbasi sikkesini 1700 dolara satın aldığını söylüyor.
Katılımcı 2, bölgede sadece sikkelerin değil, diğer türde eserlerin de piyasada dolaşımda olduğunun farkında. Bunlara örnek olarak Bizans dönemi gümüş eşyalarını, Asurlulardan kalma Mezopotamya kökenli eşyaları, Suriye’nin doğusundaki kazılardan çıkarılan takıları örnek gösteriyor. Suriyeli eski eser alıcısına göre IŞİD’in kontrol ettiği bölgede bulunan takılar Suriye’de satılamayacak ölçüde pahalıydı.
Peki Katılımcı 2’nin bildiği büyük alıcılar kimler? İdlib ve Hama’da yaşayan bu alıcılar Telmin, Kalat El Madik, Kafr Zita, Hish gibi köylerde yaşıyorlar, eserlerin yurtdışındaki alıcılara ulaşmasını sağlayacak bağlantıları var ve maddi durumları yerinde. Bu alıcılar savaştan önce de eser kaçakçılığı yapıyorlarmış. Katılımcı 2, Suriye ordusunun kontrolündeki bir bölge olan Kalat El Madik’te yaşayan bir alıcının, bazen ordu görevlilerine işlerine müdahale etmemeleri için ödeme yaptığını da iddia ediyor. Eserlerin daha önce Lübnan’dan çıkarıldığını, alışverişin Suriye ordusundaki yüksek rütbeli askerlerce kontrol edildiğini söyleyen Katılımcı 2, 2011’den sonra ise asıl rotanın Türkiye haline geldiğini belirtiyor. Ancak 2015’ten sonra sınır güvenliği artırıldığı için Türkiye rotası eskisine göre biraz daha zorlaşmış.
Küçük çaplı alıcı ve kazıcılar eserleri hemen elden çıkarırken, zengin alıcılar ise eserleri daha büyük kazançlar için bekletebiliyorlar. Katılımcı 2’ye göre eserlerin birçoğu yabancı alıcılara satılırken, Avrupalı alıcılar Yunan, Roma ve Bizans eserlerine; Körfez’den alıcılar ise İslami dönem eserlerine ilgili gösteriyor.
Eski memur IŞİD kazısında
Çatışmadan önce memur olan Katılımcı 3, eskiden ‘boş vakitlerinde’ kazıya gidiyormuş. Çatışmadan sonra eser kaçakçılığına başlayan Katılımcı 3, bir dedektör ve altı kişilik bir kazı ekibiyle çalışıyor. Bunlardan dördü polis, diğer ikisi ise savaştan önce de kazı yapan ‘daha deneyimli’ kişiler. Buldukları eşyalar daha çok sikke, takı ve cam eşyalarmış. Katılımcı 3, 2015’te eser alıp satmayı bırakmış çünkü buluntular gitgide daha da azalmış.
Alıcı bulan eserlerin daha çok Roma, Bizans ve İslam dönemi sikkeleri olduğunu söylese de, bronz figürinler ve cam kapların da satıldığını belirtiyor. Görüşmenin yapıldığı dönemde, bir Bizans dinarı 400 dolara alıcı bulurken, Roma sikkeleri 600 dolara, Roma bronz figürü 3000 dolara satılabilmiş, benzer bir eser için birkaç yıl önce bu rakamın 6000-7000 dolara çıkması mümkünmüş.
Katılımcı 3’e göre eser alıcılarını ikiye ayırmak mümkün. 2011’den önce de bu işi yapan ve Suriye dışındaki aracılarla bağlantısı olan alıcılar ve 2011’den sonra bu işe giren ve bilinen alıcılara eser sunan küçük çaplı alıcılar. Suriye ordusundan rütbelilerin 2011’den önce kaçak ticarete dahil olduğunu belirten Katılımcı 3, diğer katılımcılar gibi Türkiye’nin İdlib’deki eser kaçakçılığındaki ana güzergah olduğunu kaydediyor.
Diğer yorumlarıysa şöyle: Suriye ordusundan askerler Özgür Suriye Ordusu ile işbirliği yapıyor, ayrıca Türkiye’de yaşayan Suriyeliler de eser alıp satıyor, bazı Türk çeteleri de bu alışverişe dahil oluyor.
El Nusra’nın kazı yapmak için ağır makineler kullandığını, köklü alıcıların yardımını aldığını söyleyen Katılımcı 3, kendisinin El Nusra ile çalışmayı reddettiğini iddia ediyor. 2014 yılında dört kişiyle çalışmak için IŞİD kontrolündeki Dura Europos’a giden Katılımcı 3, 400 grubun kazı için çalıştığını, bazı büyük makinelerin kazılarda kullanıldığını belirtiyor. (DGAM 2014 yılında Dura Europos’da 300 kişiden fazla bir grubun elektronik cihazlar yardımıyla kazı yaptığını, alanda bekleyen alıcıların buluntuları satın aldığını raporlamıştı. Ancak Katılımcı 3, 400 ‘grubun’ çalıştığını belirtti, bu sayı 300’den fazla kişiden çok daha fazlasına tekabül ederken, ileride anlatımı geçen Katılımcı 5’in söyledikleriyle de çelişiyor.)
Eski memur yeni çiftçi, kazıları doğrudan gözlemliyor
Çatışmadan önce Katılımcı 4 memurdu, şu an ise tarımda çalışıyor. Kazılara ya da eser ticaretine doğrudan karışmıyor ancak çok fazla gözlemde bulunmuş. Devlet memuruyken görevlerinden biri İdlib bölgesindeki kaçak kazı ve eski eser ticaretini soruşturmakmış.
Katılımcı 4 de Suriye ordusundaki bazı rütbelilerin eski eser ticaretinde etkin olduğunu belirtirken, Suriye’de bulunan Arap diplomatların eserleri yurtdışına çıkardığını söylüyor. İç savaş başladığından bu yana kazıların çok daha kolaylaştığını, çünkü kamu düzeninin ortadan kalktığını belirten Katılımcı 4, metal dedektör kullanımının yanı sıra bazı yerlerde de mezarların tespit edilmesi için uzun sondaj boruları kullanıldığını aktarıyor. Katılımcı 4’e göre küçük objeler kolaylıkla sınır dışına çıkarılabildiği için tercih ediliyor, kaçak kazıcılar mozaiklere verilen fiyatlar düştüğü için küçük objeleri toplayıp geri kalanları ise çıktığı gibi bırakıyorlar.
Katılımcı 4’ün aktardığına göre iki tür alıcı var: Daha önce de piyasada olan yerleşik alıcılar ve fakirleştikleri için kaçakçılığa kayan yeni tür alıcılar. Eser ticareti yapan alıcıların kazı yönettiği de oluyor. Kazıya katılanlara ya günlük yaklaşık 17 dolar ödeme yapılıyor ya da kazılardan çıkan eserler üzerinden komisyon veriliyor.
En önemli alıcılar Suriye dışında bağlantıları olanlar, Türkiye güzergahı o sırada en popüler olanıydı, Lübnan yolu da eğer alıcıların Suriye ordusunda bağlantıları varsa kullanılabiliyordu. Katılımcı 4, 2011’den önce de aktif olan alıcıların kendi aralarında bir ağı olduğuna, bu ağın içinde askeri yetkililerin de bulunduğuna inanıyor.
Katılımcı 4, kaçak kazılar ve eser ticaretini denetleyen bir IŞİD yetkilisiyle irtibatı olduğunu belirtiyor. Bu IŞİD’linin, kendi bölgelerindeki kazılarda ağır iş makineleri kullandıklarını, örgütün 35 farklı kazı çetesini istihdam ettiğini, her grubun içinde 45 kişinin bulunduğunu belirtiyor. Çoğu eser Türkiye üzerinden ülke dışına çıkarılıyor, bazen eserler yakıt tankerleriyle taşınıyor. Hem sınır güvenliği hem de Türkiye tarafındaki çetelere rüşvet verilmesi gerekiyor. Katılımcı 4, IŞİD’in bir Suriye ordusu askerine bazı eserleri sattığını, bu askerin ticaret ve nakliyeyi ayarladığını belirtiyor. IŞİD bölgesinden çıkarılan bazı eserler İdlib’e getirilerek satılmış, bunlardan ‘bahar tanrısı’ heykeli 13 bin dolara, bir Sümer heykeli ise 2 bin 500 dolara alıcı bulmuş. El Nusra Cephesi’nin de kazı yürüttüğünü ancak IŞİD kadar organize olmadığını söyleyen Katılımcı 4, Tell Hamamiat’da ise bizzat Suriye ordusundan askerlerin kaçak kazı yürüttüklerini ve Roma dönemi altın sikkeleri ve figürinleri bulduklarını iddia etti. Bu eserler Katılımcı 4’e göre El Madik’deki bir alıcıya 150 bin dolara satılmış.
Baba ve dedesinin yolunda ‘zoraki’ alıcı
Katılımcı 5, iç savaştan önce devlet memuruymuş ama o zamanlar da kaçak kazılara ve eski eser ticaretine katılırmış. Babası ve dedesini takip eden Katılımcı 5, 17 yaşından beri alıcılık yapıyormuş. 2011’den önce geceleri üç-dört saat çalıştığını, şimdiyse çok daha fazla zaman harcadığını belirtiyor. 2011’den önce İdlib’deki Apamea ve Telmin’de bazı kaçak kazıların olduğunu ancak bu tarihten sonra taşrada kaçak kazıların çok daha arttığını belirtiyor.
Üç adet metal dedektörü olduğunu ve bunları üç kişilik gruplara kiraladığını belirten Katılımcı 5, bulunan her eserden %30 komisyon aldığını kaydediyor, bunun yanında kaçak kazı ekibinde her işçiye günlük 3-4 dolar verdiğini söylüyor. Kendisini ‘büyük alıcı’ olarak görmüyor.
Katılımcı 5 de, sikkelerin rahatlıkla alıcı bulduğunu ancak mozaiklerin ‘para etmediği’ için bulunduğu gibi bırakıldığını vurguluyor.
Savaştan önce eserlerin Lübnan üzerinden kaçırıldığını anlatan Katılımcı 5, şimdi Türkiye’nin ana güzergah olduğunu belirtiyor. Bazen mülteciler eserlerin kaçırılmasında kullanılıyor. Ayrıca Türkiye’de İslam dönemi sikkelerini arayan Körfez ülkelerinden Arapların olduğunu düşünüyor.
2014’te kendisinin de Dura Europos’a gittiğini belirten Katılımcı 5, 400 kişinin kazı yaptığını gözlemlediğini, IŞİD’in her tür buluntudan % 20 satış vergisi aldığını, diğer % 80’inse IŞİD komutanı ve kazıcılar arasında pay edildiğini belirtiyor. Buradaki buluntuların bazıları da İdlib bölgesine satılmış.
Mülteci kampında eser kaçakçılığı
Katılımcı 6, görüşme sırasında Türkiye sınırına yakın bir mülteci kampında yaşıyormuş. Çatışmadan önce polis olduğunu söyleyen Katılımcı 6, Suriye ordusu ve Muhaberat personellerinin kaçak kazı ve eser ticaretine karıştığını iddia ediyor. Çatışma başladığından bu yana tüm siyasi tarafların ya kaçak kazılara göz yumduğunu ya da bizzat kaçak kazı yürüttüğünü söylüyor. Kazılarda çalışan işçilerin ise savaş yüzünden fakirleşen kesim olduğunu belirtiyor.
Savaştan önce Lübnan’da inşaatlarda çalışan iki kuzeni, evleri bombardımanla yıkılınca kendisi gibi mülteci kampına gelmiş. Şimdi onlar da kazı yapıyor, bulduklarını çok ucuz fiyatlara satıyorlarmış. Mülteci kamplarındaki şartlar çok zorlu olduğundan, birçok kişi biraz para kazanabilmek için kaçak kazı yapmak zorunda kalıyormuş. Katılımcı 6, çocuklarının parasızlık ve kamp hayatı yüzünden çok sıkıntı çektiğini, küçük kızının kötü beslenme nedeniyle saçlarının döküldüğünü anlatıyor.
Katılımcı 6’ya göre bulunan eserler mozaikler, heykeller, sikkeler ve çeşitli kaplar. Mozaikleri Türkiye’ye sokmak zor olduğu için 100 dolar civarında satılabildiğini belirtirken sikkelerinse 2 dolardan 1000 dolara kadar alıcı bulduğunu, fiyatın sikkelerin tipine göre değiştiğini söylüyor.
Suriye’nin içindeki birçok alıcı bu işe çatışma başlayınca girmiş ve birçoğu da eserlerle kısa süreli ilgilenebiliyormuş. Hiçbirinin kalıcı bir işi olmadığını belirten eski polis, Suriye içindeki alıcıların çok para kazanmadığını, asıl kazançlı tarafın Suriye dışındaki alıcılar olduğunu belirtiyor.
Suriye dışına ticaretin sınırın her iki tarafından da mülteciler eliyle gerçekleştiğini belirten Katılımcı 6, mülteci kampındaki Suriyelilerin eserleri satın alacak yabancıları tanıyan Türklerle bağlantısı olduğunu belirtiyor. Katılımcı 6 bir mozaiğin Rus bir alıcıya satıldığını duyduğunu söylüyor.
Kaosun ortasında bir arkeolog
İç savaştan önce arkeolog olarak çalışan Katılımcı 7, mülakat yapıldığı zaman bir insani yardım kuruluşunda ören yerlerinin kayıt altına alınmasında çalışıyordu. Kaçak kazılara dahil olmamıştı ama bizzat gözlemde bulunmuştu. Çatışmanın başlamasıyla kaçak kazıların önce bireysel olarak başladığını, zaman ilerledikçe daha organize hale geldiğini belirten Katılımcı 7, kazıları ise alıcıların yönettiğini söylüyor.
Kazıcılara günlük 500 Suriye lirası ödeniyor ve buluntulardan belli oranda komisyon alıyorlar. Bulunan eserler ise alıcıda kalıyor. El Bara yakınlarında bulunan Bizans döneminden kalma 27 bakır ve gümüş objenin ilk alıcıya 17 bin dolara satıldığını, ikinci satışın ise 150 bin dolara gerçekleştiğini belirtiyor.
Katılımcı 7, görüşmeden kısa süre önce bazı Roma ve Bizans yapılarının sütun başlıklarının ticaretinin gerçekleştiğini söylüyor. Tecrübeli taş ustalarının başlıkları çıkardığını ve taş sevkiyatları arasına gizlediklerini anlattı. Lübnan’a gönderilen başlıklar lüks villaların ve büyük yapıların inşaatında kullanılmak üzere ayrılmışlar.
Küçük alıcıların köylerde dolaşarak satın alacak obje aradığını ve bulduklarını büyük alıcılara sattıklarını belirten Katılımcı 7, büyük alıcıların Türkiye ve Avrupa’da bağlantıları olduğunu belirtti. Buna göre bazen büyük alıcılar önemli objeleri Türkiye’ye gönderiyorlar, satış gerçekleşirse kendi paylarına düşen rakam Türkiye’den ödeniyor. Bu işlemlerin yapılabilmesi için Suriye içindeki ve dışındaki alıcıların birbirleri arasında karşılıklı menfaatten doğan bir güven ilişkisi mevcut.
Katılımcı 7, 2015’te IŞİD kontrolündeki bir bölgede zaman geçirmiş. Anlattığına göre IŞİD’in kazılara izin vermekten sorumlu bir yetkilisi bulunuyormuş. Buluntuların değerinin %20’si örgüte veriliyormuş. Satış için pazarlıklar ve görüşmeler WhatsApp üzerinden kurulan iletişimle sağlanıyor, ardından eserler akaryakıt tankerleriyleSuriye’den Türkiye’ye gönderiliyormuş. Kültürel miras eserlerinin kaçakçılığında WhatsApp iletişimi kullanılması, ABD güçlerinin yakaladığı IŞİD yetkilisi Ebu Sayyaf’ın telefonunda çalıntı eser fotoğrafları bulunduğunda da fark edilmişti.
Sosyoekonomik bağlam ve notlar
Brodie ve Sabrine sonuçları analiz ederken Jonathan Goodhand’in Afganistan’daki savaş ekonomisini incelerken tanımladığı ‘baş etme ekonomisi’ terimini kullanıyorlar. Suriye’deki iç savaş boyunca çatışmaların bir tarafı olmayan nüfusun büyük kesimi, bozulan kamu düzeni ve yeni koşullarla baş etmeye çalışıyorlar. Ancak baş etme ekonomisi içinde de farklı refah ve sermaye seviyeleri olduğunu belirtmekte fayda var.
Brodie ve Sabrine’in görüştüğü katılımcılar arasında metal dedektörüne sahip olmak önemli bir ekonomik faktör; çünkü buna sahip olan kazıyı yönetiyor, yevmiye veriyor ve bulunan eserleri satışa sunuyorlar.
Katılımcılar çatışmanın bir tarafı olmasalar da, para kazanabilmek için çatışmanın taraflarıyla eser alışverişi ve nakliyede işbirliği yapmak gibi ekonomik ilişkiler kurabiliyor. Yeni alıcılar ve varlıklı alıcılar da kendi aralarında eser ticareti yapıyorlar.
Öte yandan katılımcılar çıkarılan eserlerin satış fiyatlarıyla ilgili farklı bilgiler verirken, çoğu küçük eserlerin büyük eserlere göre daha kolay alıcı bulduğunu, mozaiklerin fiyatlarının düştüğünü belirtiyor. Küçük eserler nakliye kolaylıkları nedeniyle rağbet görüyor.
Savaş esnasında Suriye lirasında gözlenen büyük değer kayıpları da, eserlerden gelir beklentilerini bir hayli düşürüyor. Buna rağmen, ülke içinde eser ticaretinde pahalı alışverişlerin gerçekleşmesi ve bunun piyasa aktörleri tarafından duyuluyor, biliniyor olması kazıcıları ‘değerli bir hazine’ bulmak için kazmaya yönelten başlıca nedenlerden biri, gerçekte eserlerin parasal karşılığı beklentilerinin çok altında kalsa bile.
Katılımcıların hepsi de röportajların yapıldığı 2016 senesinde Türkiye’nin eserleri Suriye dışına çıkarmada tercih edilen yol olduğunu belirtiyor. Katılımcı 2, Türkiye’nin 2015 yılından bu yana sınır güvenliğini arttırdığını ve eser göndermenin eskisine göre daha zorlaştığını kaydediyor. Öte yandan aynı dönemde Türkiye, Suriye’den eski eser ticaretine önlem olarak Uluslararası Müzeler Konseyi’nin Suriye’nin Risk Altındaki Kültürel Eserler Acil Listesi’ni Türkçe’ye çevirmişti. Ankara’daki Uluslararası Terörizm ve Sınıraşan Suçlar Merkezi 2011’den bu yana Türk yetkililerin 6800 objeyi kaçakçılık esnasında ele geçirdiğini, bunların ezici çoğunluğunun sikkeler olduğunu duyurdu. Öte yandan Suriye’den gelen, kökeni bilinmeyen sikkelerin büyük çoğunluğu İngiltere’de açık olarak satışa sunuluyor. Brodie ve Sabrine Avrupa’nın geri kalanı ve Kuzey Amerika’da da durumun benzer olduğunu, sadece bu bölgelerin henüz incelenmediğini belirtiyor.
Konunun bir başka boyutu ise sikke ticaretine yönelik soruşturmaların yapılmasındaki zorluklarda saklı. Bu soruşturmalar zaman istiyor ve sikke uzmanlarının (nümizmat) özellikle sahte ile gerçek olanları ayırmak için soruşturmalarda yer alması gerekiyor. Gerçekte yaşanansa tam olarak böyle değil. Bu durum, her geçen gün arkeolojik alanların daha fazla kaçak kazıyla zarara uğramasına neden oluyor.
Brodie ve Sabrine’e göre Suriye’de iç savaş başlamadan önce de eser kaçakçılığı yapan alıcılar, 2011’den önceki nakliye becerileri ve bağlantıları nedeniyle sorunun temel aktörlerinden biri. Çünkü küçük alıcıların birçoğu, büyük eserleri ellerinden çıkaramayacaklarını biliyorlar. Ancak bunu yapabilecek güçte alıcılar var ve bu alıcılar sayesinde eserler yurtdışına kaçırılabiliyor.
Katılımcılardan ikisi hatırlanacağı üzere büyük alıcıların gelecekte satmak üzere değerli bazı eserleri Suriye içinde sakladığına inandığını belirtmişti. Alıcıların eser stoğu yaptığı medyada da bazı haberlere yansıdı. Brodie ve Sabrine bu tür stok eser mekanlarının varlığının doğrulanmadığının altını çizerken, eğer böyle mekanlar varsa bir an önce harekete geçmenin daha etkili olacağını vurguluyor.
Suriye’de eski eser kaçakçılığıyla mücadelede tek yolun, barışın tahsisi, sivil toplumun tedavisi, yozlaşmanın önüne geçilmesi ve normal ekonomik faaliyetlerin sürdürülmesinden geçtiği açık. Brodie ve Sabrine bu konuda uluslararası toplumun da sorumluluğu olduğunun altını çizerken, küçük boy eski eser kaçakçılığına karşı, örneğin sikke ticaretine karşı, daha fazla çaba gösterilmesi gerektiğini vurguluyor. Çünkü küçük eserlerin büyük yoğunluklarda kaçakçılığının yapılması arkeolojik mirasa büyük boy eserlerin küçük oranlardaki ticareti kadar çok zarar veriyor. Belki daha bile fazla.
Dipnotlar:
[1] Irak ve Suriye’deki eser kaçakçılığına yönelik çalışmalarıyla tanınan Neil Brodie, Oxford Üniversitesi’nin yürüttüğü EMEANA (Endangered Archaeology in the Middle East and North Africa) Projesi’nin kıdemli araştırmacılarından biridir. Dr. Isber Sabrine ise, Suriye’deki iç savaşın ardından kültürel mirasın korunması için sivil toplum kuruluşu Heritage for Peace’in (Barış için Miras) kurucularından biridir.
[2] EMEANA Projesi: Türkçe adıyla Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da Risk Altındaki Arkeoloji Projesi, 2015 yılından bu yana, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da uydu görüntüleri üzerinden arkeolojik alanlardaki yağma ve farklı tehditler yüzünden oluşan hasarı tespit etmektedir. Proje, elde edilen hasar tespit verilerinin ulusal ve uluslararası miras profesyonellerine koruma ile ilgili plan ve politikalarında kaynaklık etmesini amaçlamaktadır.
[3] Neil Brodie & Isber Sabrine (2018) The Illegal Excavation and Trade of Syrian Cultural Objects: A View from the Ground, Journal of Field Archaeology, 43:1, 74-84, DOI: 10.1080/00934690.2017.1410919. https://doi.org/10.1080/00934690.2017.1410919