Arkeolojik Varlıkların Korunması ve Kurtarılması Online Sertifika Programı kapsamında Türkiye'nin ve dünyanın saygın kültürel miras uzmanlarıyla yaptığımız söyleşileri yayınlamaya devam ediyoruz.
Kadir Has Üniversitesi UNESCO Dünya Mirası Kürsüsü'nün kurucusu Prof. Dr. Yonca Kösebay Erkan, UNESCO'nun yapısını, Paris'teki Dünya Mirası Merkezi'nin çalışma alanlarını ve Türkiye'nin gitgide daha fazla varlık gösterdiği Dünya Mirası Listesi'ne adaylık sürecindeki önemli detayları SARAT için anlattı.
Gül Pulhan: Bugün Kadir Has Üniversitesinde Mimarlık Fakültesi hocalarından aynı zamanda da UNESCO Dünya Mirası Kürsüsü sahibi Prof. Dr. Yonca Kösebay Erkan ile birlikteyiz. UNESCO Dünya Mirası ve Türkiye dersimiz için seninle konuşacağız. Bize biraz kendini ve üniversitede yaptıklarını ve kürsünü anlatabilir misin?
Yonca Kösebay Erkan: Memnuniyetle. Ben restorator mimarım. 1993 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi’nden mezun oldum. Daha sonra orada yine restorasyon alanında bir master yaptım. Sonra yurtdışı tecrübesi kazanmak istedim. MIT’de, Massachusetts Institute of Technology’de mimarlık tarihi alanında İslam mimarisi ve sanatı alanına bir yüksek lisans yaptım. Daha sonra yine koruma alanında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde doktoramı tamamladım. Bu deneyimim ilerleyen yıllarda beni UNESCO Türkiye Milli Komisyonu’nda görev almaya hazırladı ve oradaki tecrübelerim inanılmazdı. Hem ülkemizi temsil etmek hem UNESCO’nun çalışma alanlarını öğrenmek ve öğretmek çok faydalı bir deneyim oldu. Ve bu kazandığım deneyimi de kendi öğrencilerime, üniversitemize bir deneyim olarak kazandırabilirim düşüncesiyle bir UNESCO kürsüsü kurmak istedim.
UNESCO kürsüleri dünyada sayısı sınırlı kürsüler. UNESCO’nun çalışma alanlarında eğitim veren, araştırma yapan, faaliyet gösteren birimler olarak görev yapıyor. Benim kurmuş olduğum kürsü de dünya miras alanlarının yönetimi ve tanıtımı, yeni medya ve toplumsal katılım başlığına sahip. Bunu yaparken ben bu dört konuyu bir araya getirmek istedim. UNESCO Dünya Miras Alanları’nın yönetimi önemli bir konu ülkemiz için ama aynı zamanda yeterince tanıtılmadığını da düşünüyorum. Bunu yaparken de güncel teknolojiden mevcut imkânlardan yararlanmak, gençleri ve toplumu bu sürece katmayı arzu ettim. O yüzden de dört farklı konuyu bir araya getirerek böyle bir kürsü kurdum 2015 yılında. Geçtiğimiz dört yıl içinde bu alanda çok sayıda faaliyet yapabildik, araştırmalar yaptık, öğrencilerimiz yüksek lisans tezi hazırladı. Bu süre içinde 2014 yılında Türkiye’yi Dünya Miras Komitesi’nde temsil etme fırsatını da buldum. Bu benim için hem çok büyük bir şeref hem de deneyim oldu. 21 ülke bu komitede yer alıyor ve Türkiye’nin burada yer alma sürecine de destek olabildim ve ilk yıllarında da bu komitede görev aldım. Daha sonra 2017 yılında üniversiteden bir yıl izin alarak UNESCO Dünya Miras Merkezi’nde çalıştım.
Gül Pulhan: Ben de tam onunla ilgili bir soru soracağım. UNESCO Dünya Mirası Merkezi Paris’te, UNESCO’nun genel merkezinin içinde ayrı bir birim ve Dünya Mirası ile ilgili süreçlerin yönetilmesindeki en önemli yer. Orada nasıl çalışmalar yapıldığını ve sizin bir yıl boyunca neler yaptığınızı bize kısaca anlatabilir misiniz?
Yonca Kösebay Erkan: Memnuniyetle. Dünya Miras Merkezi sizin de söz ettiğiniz gibi UNESCO’dan ayrı bir birim ama UNESCO’nun kültür alanındaki en önemli programlarından biri. 1976 yılında kuruluyor ve amacı da dünyada üstün evrensel değerlere sahip doğal ve kültürel miras alanlarını toplumla paylaşabilmek ve bunu bir liste altında sergileyebilmek. İlk kayıtlarını 1978 yılında yapıyorlar. İlk kayıtların arasında, dünya mirası kentleri -böyle bir künye olmamasına rağmen öyle tarif edebiliriz- tarihsel kentler de yer alıyor.
Ben kişisel olarak geçtiğimiz yıl UNESCO’nun 2011 yılında kabul etmiş olduğu tarihi kentsel peyzajlar tavsiye kararının koordinatörlüğünü yaptım. Bu programın koordinatörlüğünü üstlendim. Programın amacı tarihi kentlerin UNESCO tarafından korunmalarının desteklenmesi. Program dünya miras alanlarını da kapsıyor ama benim yürüttüğüm program UNESCO’ya üye 195 ülkenin sahip olduğu tarihi kentleri kapsıyordu. Burada bizim yaptığımız çalışmalar daha çok kentleşmeyle meydana gelen sorunlarla mücadele etmek üzerineydi. Kentleri daha yaratıcı hale getiren, birbirine karşı rekabet gücünü kuvvetlendiren ve bunu da kültür unsurlarına dayanarak yapmaya öncelik veren bir program. Bu amaçla üye ülkelere destek verdik, eğitimler düzenledik ve daha da önemlisi bu tavsiye kararının 195 ülke tarafından nasıl benimsendiğini inceleyecek bir anket çalışması yaptık. Bir raporlama sürecini yürüttük ve bunun sonucunda tavsiye kararı ne düzeyde uygulanıyor, benimsendi mi, zorlukları nelerdir bunları araştırdığımız bir yıl oldu.
Gül Pulhan: Şimdi Dünya Mirası sürecinin kendine gelirsek, sizin bu sürecin çok çeşitli aşamalarında tecrübeleriniz var. En baştan bir yerin aday olmaya niyetlenmesi ile başlarsak, bize yıllara yayılan o süreci özetleyebilir misiniz?
Yonca Kösebay Erkan: Bunu Türkiye özelinde anlatmayım isterseniz, daha evrensel ölçekte anlatayım. Bir ülke eğer dünya mirası olarak kabul edeceği alanları korumak istiyorsa öncelikle o ülkenin 1972 yılında kaleme alınmış olan Dünya Miras Sözleşmesi’ni imzalamış olması gerekiyor. Bu uluslararası anlaşmayı imzalamakla kendi topraklarındaki üstün evrensel niteliğe sahip alanları koruyacağını vaat ediyor. Ama bunun da ötesinde listeye kabul edilmek veya listeye dâhil olma arzusu ayrı bir adım ve bunun için de geçici liste diye tabir edilen bir listeye kendi ülkesinde birinci derecede koruduğu alanlardan aday göstermesi gerekiyor üye ülkenin. Geçici listeye aday göstermek şu anlama geliyor; ben kendi ülkemde bu alanları üstün derecede koruyorum, bunların tüm dünya için bir anlam taşıdığını düşünüyorum ve bunu tüm dünya ülkeleriyle paylaşmak istiyorum. Bu liste bir hazırlık listesi gibi düşünülebilir. Diğer ülkelere bilgi verme amacını da taşıyor. Şöyle ki Dünya Miras Komitesi gelecek yıllarda karşısında hangi alanların geleceğini bilmek ve belki de hazırlık yapmak istiyor. O açıdan bu geçici listeler önemli.
Bir başka önemli unsur üye ülkeler bu sözleşmeyi imzaladıkları zaman kendi rızaları ile gönüllü olarak bu düzenin, bu programın parçası olmak istediklerini beyan ediyorlar. UNESCO’nun diretmesi ile belli alanların korunması diye bir şey söz konusu değil, ülkeler kendileri bu alanları koruyacaklarına rıza göstererek bu sürece başlamış oluyorlar. Bunun sonrasında bir aday dosyası hazırlanması süreci var. Bu üye ülke tarafından çeşitli yöntemler ile yapılabilir. UNESCO’nun arzu ettiği bunun katılımcı bir süreç olması, şeffaf bir süreç olması ve paydaşların tümünün dâhil olduğu bir süreç olması. Burada yerel yönetimler de söz sahibi olabiliyor, bakanlıklar da söz sahibi olabiliyor. Adaylık sürecinde yapılması gereken, alanın üstün evrensel niteliğinin belirlenmesi, koruma durumunun tespit edilmesi ve kuralları belli olan bir adaylık dosyasını hazırlama işi. Bunu yaptıktan sonra Dünya Miras Merkezi’ne başvuruluyor. Bu dosya Dünya Miras Merkezi’nin yardımcı kurumları olarak anılan iki hatta üç danışma kurulu tarafından gözden geçiriliyor. Bunlar doğal alanlar ise eğer IUCN[1], kültürel alanlar ise ICOMOS[2] ve ICCROM[3] tarafından gözden geçiriliyor ve onların hazırladığı raporlar Dünya Miras Merkezi ile tartışılarak bir tavsiye kararı niteliğinde Dünya Miras Komitesi’ne sunuluyor.
Gül Pulhan: Yani Dünya Miras Komitesi’nin önüne gitmeden önce o danışman kurumların ve merkezin aşağı yukarı bir kanaati oluyor o dosya ile ilgili.
Yonca Kösebay Erkan: Şöyle ki orada kontrol edilen noktalar var. Üstün evrensel nitelik tek başına bir kavram değil, üç elementten oluşuyor. Bunun içinde UNESCO’nun belirlediği 10 kriteri, bunlardan bazılarını veya birini karşılama koşulu var. Alanın bütünlüğünün ve özgünlüğünün mevcut olması, koruma durumunu üst düzeyde sağlamış olmak ve yönetimine üye olmak koşulları var. Bu üç unsur bir araya geldiği zaman üstün evrensel değer niteliği oluşturuyor. Sözünü ettiğimiz kurumlar da aday yerin bu üstün evrensel niteliği taşıyıp taşımadığını ve gelecekte korunmasına ilişkin belli bir tehdit olup olmadığını inceleyerek bir rapor hazırlıyor. Bu rapor, Dünya Miras Komitesi önüne geliyor. 21 üye ülke bu komitenin üyesi ve onlar tartışarak bu alanların listeye alınıp alınmamasını veyahut da bu kararın gelecek senelere ertelenmesini veya ertelenmemesini kararlaştırıyor. Komite aday yerin listeye hiç alınamayacak düzeyde olduğuna karar verip bir daha görüşmeme kararı da alabiliyor. Farklı derecelerdeki kararlara bağlı olarak bu adaylık dosyaları ya tekrardan Dünya Miras Komitesi’nin önüne geliyor yahut da doğrudan eğer yüksek nitelikteyse doğrudan kabul edilip Dünya Miras Listesi’ne adlarını yazdırabiliyorlar. Bugün güncel olarak 1092 alan Dünya Miras Listesi’nde yer alıyor. Bizim açımızdan sevindirici bir unsur Türkiye’den 18 alan bu listede yer alıyor. Ama benim açımdan daha nitelikli olan, bu 18 alanın iki tanesinin karma alan olarak listede yer alması çünkü karma alanların sayısı dünyada çok az. Belki bu kavramı biraz açmak gerekir: Karma alanlar doğal ve kültürel niteliklerin eşdeğer olarak bir arada bulunduğu alanlar. Bizdeki örneklerimize baktığımız zaman da Kapadokya ve Pamukkale, bu iki unsuru da bir arada bulunduruyor. O açıdan çok değerli dünya nezdinde.
Gül Pulhan: Dünyada tabi dünya mirası olma niteliğine sahip pek çok yer var. UNESCO’nun dediğiniz gibi listeye aldığı 1092 yer var. Ama UNESCO bunları denetlemekte, kontrol etmekte zorlanıyor gibi haberleri basında da okuyoruz. Bununla bağlantılı olarak UNESCO Dünya Mirası Merkezi’nin önümüzdeki yıllar için hedefleri ve öncelikleri nedir?
Yonca Kösebay Erkan: Dünya Miras Merkezi’nin hedefleri doğrudan UNESCO’nun hedefleri ile bağlantılı ve içinde bulunduğumuz yıllarda UNESCO’nun bir Birleşmiş Milletler kurumu olmasına bağlı olarak 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri doğrultusunda hareket ediliyor. Dünya Mirası alanlarının da sürdürülebilir kalkınmaya katkı vermesi arzu ediliyor ama aynı oranda büyük tehditler de söz konusu. Bu tehditler karşısında UNESCO’nun da hem önleyici hem koruyucu tavır alması gerekiyor. Bu da çatışma altındaki alanların korunması, iklim değişikliği karşısında karşılaşılan sorunlarla mücadele, felaketlerle ve sonrasında oluşan risklerle mücadele gibi konulara eğiliyor. Bir üst ölçekte bakarsak UNESCO’nun çok yakın zamanda Dünya Bankası ile hazırladığı bir tavır belgesi var ve bu belgede felaketlerden sonra veya çatışmalardan sonra harap hale düşmüş alanların nasıl korunacağına dair ilkeler belirleniyor. UNESCO’nun buradaki ayırıcı özelliği kültürü bir onarıcı özellik olarak kullanmak, kültürü ve kültürel mirası bu sürecin iyileştirici bir unsuru olarak görmeyi hedefliyorlar. Şu an UNESCO’nun ilgilendiği ve gelecekte planladığı konular bunlarla ilgili.
Gül Pulhan: Son anlattıklarınıza göre, UNESCO ve Dünya Mirası Merkezi yaraların sarılmasında kültürel mirasın rolünü öne çıkarıyor gitgide. Zaten UNESCO’nun kuruluş felsefesinin de en önemli ayağı bu değil mi; dünyada barışı kalıcı kılmak.
Yonca Kösebay Erkan: Kesinlikle öyle. Ben bu konuya yaklaşırken hep o noktadan bakmak istiyorum. Kurulduğu dönem olan İkinci Dünya Savaşı sonrasında, yaşanan büyük tahribatın acılarını hep birlikte silebilir miyiz, hep birlikte bu onarımı yapabilir miyiz fikriyle kuruluyor UNESCO. Temelinde kültürel mirası koruma için yaptığımız tüm çabalar dünya barışını tesis etmek için yapılan çalışmalar. Bu noktadan baktığınız zaman UNESCO’nun çabalarını çok değerli buluyorum.
Gül Pulhan: Bu değerli katkılarınız için size teşekkür ediyoruz.
Yonca Kösebay Erkan: Beni bu programa kattığınız için ben sizlere teşekkür ederim.
[1] IUCN: International Union for Conservation of Nature – Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği
[2] ICOMOS: International Council on Monuments and Sites - Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi
[3] ICCROM: The International Centre for the Study of the Preservation and Restoration of Cultural Property – Uluslararası Kültürel Varlıkların Korunması ve Restorasyonu Araştırma Merkezi