NUR BANU KOCAASLAN

 

Ilısu Barajı Hasankeyf’te ilçe yerleşimini tamamen sular altında bırakacak. Hasankeyf Kalesi’ne ise baraj faaliyete geçtiğinde yapılacak bir liman ile teknelerle turistlerin getirilmesi planlanıyor. Bunun için kalenin etrafına suyun etkilerinden koruması için yüksekliği yaklaşık 60 metre olan bir set örülmüş, bazı mağaralar ise tamamen doldurulmuş. Bu setin gölgesinde kalan Asuri Cafe’nin işletmecisi Süleyman Ağalday ile görüşüyorum.

 

Ağalday, 40 yaşında, doğma büyüme Hasankeyfli, ilkokula giden üç çocuğu var. Eskiden baba mesleği olan kasaplıkla uğraşıyormuş, 2013 yılında ‘mahallenin çöplüğüyken’ temizleyip düzelttiği, ağaçlar diktiği yerde Asuri Cafe’yi işletmeye başlamış.

 

“Hasankeyf’in taşınmasına nasıl bakıyorsunuz” soruma içtenlikle şöyle cevap veriyor: “Adem ile Havva’nın yasaklı elmayı yiyip cennetten dünyaya atılması gibi hissediyorum kendimi. Düşünüyorum, ben ve Hasankeyfliler ne yaptık da bu cennetten atıldık. Bildiğiniz cennet yani, kim cennetten atılmak ister ki? Geçenlerde teyze komşum Şevkiye Teyze’nin çocukları geldi evini taşımaya. Şöyle dedi, ‘Çocuğum ben gideyim sizin Batman’daki evinize oturayım, ben görmeyeyim buranın boşaldığını’. Kadın o kadar zorlanıyor. Öz babamdan size bahsedeyim. Babam, eşim ve üç çocuğumla beraber benimle kalıyor. Çocuklara okul açıldığı için üst-baş lazımdı. Abimler yeni tarafa taşındılar. Babamı oraya bıraktık. Babam beş dakika oturmamış, ‘Ben kasiriyeye gideceğim’ deyip durmuş. Biz buraya kasiriye deriz, mahalle anlamında. Doksan yaşındaki adamın yaşadığı şey, düşünebiliyor musun? Ben 40 yaşındayım, ben de o doksan yaşındaki adam gibi hissediyorum.”

 

Asuri Cafe’yi açtığında da Hasankeyf’te baraj gündemi vardı, çalışmalar yapılıyordu. Ancak söylediğine göre ümidini kesmemiş, her sene üstüne ekleyerek bu açık hava kafesini son haline getirmiş. Söylediğine göre bu yıl bile ağaç dikmiş, “Ben bugün bile ümidimi kesmedim ve bunun gibi bir sürü projenin iptal olduğunu biliyoruz, dünyanın farklı yerlerinde. Belki biraz Don Kişotluk olacak ama ben bu barajın Hasankeyf’i almayacağına inanıyorum. Ya da inanmak istemiyorum belki bilmiyorum” diyor.

 

“Hasankeyf bana göre kutsal topraklar”

 

Onunla sohbetimiz Hasankeyf’i son kez görmek isteyen yerli turistlerin kafeye gelmesiyle sık sık bölünüyor. Gelen bir aileye suların ne kadar yükseleceğini, arkamızdaki setin ne olduğunu anlatıyor. Ağalday son dönemde sayısı artan haber peşindeki gazetecilere, belgeselcilere ya da yabancı araştırmacılara da yardımcı oluyor. Onlardan biri Amerikalı, 30’larında bir arkeolog olan Kyle. Yıllar önce tesadüfen keşfettiği Hasankeyf’e her yıl gelmeye başlamış, şimdi ise Hasankeyf’le ilgili bir belgesel yapmak için yerel halkla görüşmeler yapıyor. Ağalday ona da yardımcı oluyor.

 

Asuri Cafe'nin bitişiğindeki set

 

 

Asur Cafe’de bir tabelada Ahmet Kaya’nın şarkı sözlerinden, “Ya beni sararsa memleket hasreti” yazıyor. Tabelanın verdiği ilhamla Hasankeyfli olmanın onun için ne anlama geldiğini konuşuyoruz: Hasankeyfli olmak Mezopotamya demek, Mezopotamya demek dünyanın başkenti, medeniyetlerin başkenti demek. İlk yerleşik hayat, dünyanın en bereketli, en kadim toprakları. Dinler, diller ve dinler öncesi yaşam. Nuh Tufanı’ndan sonra hayatın yeniden dirildiği bölge. Bana göre kutsal topraklar. Hasankeyf’e bağlanmamak için bir sebep yok aslında. Hasankeyf’i sevmemek için, Hasankeyf’e aşık olmamak için, Hasankeyf’te aşık olmamak için hiçbir sebep yok aslında.”

 

 

Ağalday Hasankeyf’in eski günlerinin daha görkemli olduğunu da söylüyor. “Hasankeyf tarihte hep başkenttir. Hasankeyf bajaridir. Yani şehirdir. Hasankeyf’e dışarıdan biri gelip kaldığında ‘Ben dün gece bajaride kaldım’, yani ‘Ben şehirde kaldım’ der. Hasankeyflilere eskiden dışarıdan herkes kız vermek isterdi. Hasankeyf şehirdi çünkü. Hasankeyfte su var, ulaşım var, İpek Yolu üzerinde, dokumacılık var, kızı güzel giyinecek, rahat giyinecek, Hasankeyf’te bahçecilik var. Kızı güzel beslenecek. Bugün Ankaralı, İstanbullu bir aileye herkes gelin gelmek isterse, Hasankeyf’e de herkes gelin gelmek isterdi.”

  

Hasankeyf röportajlarını 5 Ekim Cumartesi günü yapıyorum. Valiliğin gönderdiği son yazıda 8 Ekim’de tüm şehrin yaşayanlarca tahliye edilmesi gerektiği, ilçenin tamamen kapatılacağı söyleniyordu. Döndükten sonra taradığım Batman’ın yerel gazetelerinde bu kararın çalışmaların tamamlanmaması yüzünden uygulanamadığı yazıyor. Ben de buraya vardığımda ilçede tahliye edilen bir şehir havası olmadığını görüyorum. Tur otobüsleri aralıksız geliyor, çarşı dolu dolu. Eşyalarını kamyonlara yükleyip taşınan aileler var ama evini taşısa da dükkanını son güne kadar açık tutacak olanlar da var. Ağalday da evini yakın zamanda taşıyacak olanlardan: “Duygusallığı bırakıyorum, bana çıkan eve gidip bakıyorum da, taşınmak istemiyorum. Bana çıkan ev yine yüksek bir noktada, Hasankeyf’e hakim bir noktada, buradaki evimden büyük. 40 yaşından sonra ne bağ kuracağım onunla. Bir bebeği annesinden koparmak, bu senin annen değil, bu senin annen demek gibi. Yani baraj, termik santral, Hasankeyf’in üstünde değildi. Hiçbir şey Hasankeyf’in üstünde değildi.”

 

“Gülü dalından koparıp incir ağacına koymak gibi”

 

Henüz yeni yerleşimdeki evine taşınmamış. Evi gibi Asuri Cafe’si de sular altında kalacak. Yeni yerleşimde ne yapacağını sorduğumda şunları söylüyor: “İnan ki bu kafamda kocaman bir soru işareti. Bilmiyorum, ne yapacağımı gerçekten bilmiyorum. Dışarıda hiçbir şeyimiz kalmıyor. Ama ilk etapta Hasankeyf’e taşınmak zorundayız, üç tane çocuk okula gidiyor, onları okula götürüp getirmek var. Bir süreye kadar kaymakamlık bir servis tahsis etmiş. Bir aylık bir süre yanılmıyorsam. Ama kış da geliyor. Dışarı gitmek istiyordum ama yanımda yaşlı bir baba var. Hasankeyf’i son gününe kadar bırakmama duygusu da var. Oraya taşındıktan sonra hayatınızı idame ettirmek için bir iş lazım size. Çocuk okutuyorsunuz, aile geçindiriyorsunuz.”

 

Zeynel Bey Türbesi yeni yerinde

 

 

Hasankeyf’te konuştuğum birçok insan esnaf, bu insanlar yeni yerleşimde işlerinin çok iyi gitmeyeceğinden endişe ediyor. Turizm kentin neredeyse tek gelir kaynağı, yeni yerleşimle ilgili projelerin bir an önce hayata geçirilmesini istiyorlar. Halk Hasankeyf’teki eserlerin bazılarının taşınmasından memnun ama yeni yerlerindeki görüntülerine pek alışabildikleri söylenemez. Ağalday da onlardan biri: “Tarihi eserler taşındı ama gülü dalından koparıp incir ağacına koymak gibi. O gül incir ağacında nasıl yaşayabilir, ne kadar güzel görünebilir? Bana göre Zeynel Bey Türbesi, bana göre İmam Abdullah, bana göre Sultan Süleyman Camisi’nin minaresi şu an bir ucube yeni yerleşkede. Oysa Sultan Süleyman Camisi, Koç Camisi ve bunların minaresi evimin hemen önünde duruyordu. Ben onlarla doğdum, onlarla büyüdüm. Şimdi gidiyorum bakıyorum yapmacık bir Sultan Süleyman, buradan taşınan bir minare. Zeynel Bey Türbesi’nin etrafındaki külliyenin kopyasını yapmışlar. Daha bir yıl olmadan dökülüyor. Ve bu devletin bütçesine de yazık ediliyor aslında. Biraz devletçi olarak düşünecek olursanız…”

 

“Hasankeyf’le birlikte Mezopotamya ve Dicle de ölüyor aslında”

 

Ilısu Barajı sadece Hasankeyf ve çevresindeki kültürel varlıkları etkilemeyecek, bölgede Dicle Nehri etrafında şekillenen ekoloji de barajla birlikte yeni bir döneme girecek. Baraj gölünün büyüklüğü 313 kilometrekare olacak, Dicle Nehri’yle 400 kilometrelik suni bir göl oluşacak. Farklı sivil toplum örgütlerinin bir araya gelerek oluşturduğu Hasankeyf Koordinasyonu’nun yakın zamanda yayınladığı Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santralı Projesi Eleştiri Raporu’nda, barajın ekolojik etkileriyle ilgili şu bilgiler veriyor: Doğa Derneği’nin Türkiye’deki önemli doğa alanlarını tespit etmek amaçlı araştırmasına göre Dicle Vadisi 305 “önemli doğa alanından” (ÖDA) beşine sahiptir. Bunlar Bismil Ovası, Dicle Vadisi, Eruh Dağları, Köpeli Dağı ve Cizre ile Silopi’dir. Bundan dolayı barajlar arasında en büyük biyolojik tahribata Ilısu Barajı neden olmaktadır. GAP idaresinin görevlendirmesiyle Doğal Hayatı Koruma Derneği tarafından hazırlanan “GAP Biyoçeşitlilik Araştırma Projesi 2001-2003 Sonuç Raporu”nda Dicle Vadisi korunması gerekli alan olarak belirlendi. Ancak ne GAP idaresi ne de DSİ tarafından bu yönde bir adım atıldı.”

 

 

Süleyman Ağalday da, konuşmamıza ara verdiğimiz bir noktada konuyu Dicle’ye getirip, “Mesela ben çocukken Dicle Nehri’nin güzelliğini size anlatabilirim” diye söze başlayıp şöyle devam ediyor: “Nehirde yüzüyorduk, balık tutuyorduk, balıkları görebiliyorduk. Susadığımız zaman yüzdüğümüz nehrin suyunu içiyorduk. Sonradan yapılan barajlar, tarım için sulama yöntemleri suyun dengesini bozdu. Doğa bozuldu, balık yumurta bırakıyor döllenecek, bir bakıyorsunuz baraj suları tekrar açılmış, balık yumurtaları da yok oluyor. Barajların doğaya kötülüğü yani. Geçen hafta Nur Dağı’na gittik, oradaki dağlarda rüzgar güllerini gördüm. Onun da illa ki doğaya etkisi vardır ama onları görünce benim memleketimde mesela güneş var, neden benim memleketimi yok ediyorlar da buraya güneş panelleri koymuyorlar diye düşündüm. Tamam belki baraj enerjisi kadar enerji getirmiyor ama mesela yeni Hasankeyf’teki elektrik Batman’ın bir köyündeki güneş panellerinden geliyor. Neden benim memleketime de bu yapılmıyor?”

 

Ağalday farklı alternatifler arayışında, hala barajın faaliyete geçeceğine inanmak istemiyor ama o bile artık sona gelindiğini bir şekilde kabul ediyor. Biraz yakınarak sözlerini şöyle noktalıyor: “Ben bilim adamı değilim ama takip ettiğimiz kadarıyla Hasankeyf’i sular altında bırakmayacak projeler de vardı. Hasankeyf’le birlikte Mezopotamya ve Dicle de ölüyor aslında. Biz Mezopotamya ve Dicle’nin, kutsal Dicle’nin ölüsünü göreceğiz. Artık haritalarda Dicle Nehri olmayacak. 200 yıl sonra gelecek nesil, Hasankeyf’i gördüklerinde vay be 12 bin yıllık şehir varken babalarımıza, dedelerimize bu şehri mi yapmışlar diyecekler.”

 

Barajla ev sahibi olan da var ama gelecek yine de belirsiz

 

Süleyman Ağalday’a Asuri Cafe’de kardeşinin oğlu yardım ediyor. Bayram 21 yaşında, lise mezunu, şimdilerde amcasına yardımcı oluyor. Bir genç olarak onun fikirlerini de almak istiyorum. Bayram öncelikle yeni yerleşimin kendileri için daha iyi olduğunun altını çiziyor, “Biz burada kiradaydık, iki odalı bir evdi. Altı nüfusuz biz, o yüzden yeni evler bizim için iyi oldu” diyor.

 

 

Hasankeyfli olsalar da hep kirada oturmuşlar, şimdi baraj ile bir ev sahibi olmuşlar. Ödeme yöntemi herkes için aynı, “Beş sene bedava oturulacak, ondan sonra senede 9 bin lira ödenecek. 15 sene ödeme yapılacak” diyor.

 

Evleri nasıl bulduğunu soruyorum, yaşadıkları sıkıntıları anlatıyor: “Ev güzel ama TOKİ evi. Bazı yerleri sökük, çökük. Duvarların bazı yerlerinde çatlak var, şirkete gidiyoruz gelin eksikleri yapın diye. Tamam diyorlar ama geçiştiriyorlar. Büyük sıkıntı su, orasının suyu içilmiyor zaten, gelip buradan su alıp öteki tarafa götürüyoruz. Koku geliyor, tat geliyor. Sürekli su olsa belki temizlenir.”

 

Bayram’ın abisi baraj inşaatlarında çalışıyor, kendisi başka bir iş bulamadığı için amcasına yardım ediyor, yeni yerleşimde ne yapacağını, konuştuğum birçok kişi gibi o da bilmiyor ama beklentileri de var: “İş yok, şu an bile iş yok, daha çok turizmle ilgili burası. İleride de burası su altında kalacağı için ne yapacağımızı bilmiyoruz. Alışmak zorundayız, gitmek istemiyorduk ama devlet yani, ne yaparsınız? Biz burada daha iyiydik, serbesttik, iş imkanları vardı. Balıkçılık, turizm, hayvancılık vardı. Bazı projeler var, eğer o projeleri uygularlarsa Hasankeyf gençleri iş bulabilir belki.”

 

Gençlerin istihdamı, Hasankeyf’teki çarşının şu andaki gibi canlı olup olmayacağı ilçenin ortak kaygısı. Hasankeyf çarşısının nabzını tutmak için yolum yine aşağı düşüyor. Çarşı esnafıyla konuşmalarımızı ise gelecek yazıya bırakıyorum.

 

Hasankeyf Dosyası 1: “Herkes kültür kayboluyor diyor, ya kardeşim kültür benim"