NUR BANU KOCAASLAN
Esnaflarla konuşmamın ardından çarşıya geri dönüyorum. Sabaha göre kalabalık daha da artmış ve tezgahların önü Hasankeyf’in son günlerini görmek için gelen yerli turistlerle dolu.
Burada 27 yaşındaki Zeydan Ayhan’la tanışıyorum. Ayhan bir dönem madencilik okumak için Hasankeyf’ten dışarı çıkmış, geri dönmüş, farklı derneklerde çalışmış. Şimdi hem hediyelik eşyalar sattığı tezgahını işletiyor hem de Hasankeyf Kültür ve Turizm Derneği’nde görev alıyor. Dernekte Hasankeyf’in eski hikayeleri ve efsanelerini derleyip kitap haline getirmeyi planlıyorlar. Bu hikayelerden bir örnek vermesini istediğimde şunu anlatıyor: “Hasankeyf’te herkes için Dicle önemlidir, Dicle kutsal sayılır. Hepimizin kötü günleri olur, birini kaybettik mesela, Dicle’nin yanına geliyoruz güneşin ilk ışıklarında. Dicle’den bir tane samnike, iki avucumuza sığacak şekilde bir taş alırız. Samnike tek parça büyük taş demek. Ve onunla başlarız bütün Hasankeyf’i gezmeye. Bizi iyi hissettirecek yerlerden gezmeye çalışırız, kimseyle konuşmayız. Bizi gören kimse de bizimle konuşmaz, çünkü onlar da bunu bilir. Güneşin batışıyla götürür taşı Dicle’ye bırakırız. Taş senin gün boyu taşıdığın ağırlığındır. Neler yapabileceğini, sorumluluklarını düşünürsün, eğer bir rahatlama hissediyorsan gider ve Dicle’ye atarsın o ağırlığını.”
Bu ritüeli Hasankeyf’teki yaşlılardan öğrendiğini anlatıyor, “Çok güzel yaşlılarımız, modern hippi diyebileceğimiz insanlarımız vardı burada” diyor, Hasankeyf’in bu anlatılarla, ritüellerle sunulabileceğini ama onun yerine baraj yapıldığını söylüyor. Ben de Dicle’yle ilgili böyle gelenekleri yaşlılardan duymayı beklerken Zeydan Ayhan gibi genç bir Hasankeyfliden duyduğum için şaşırıyorum. Sözlü tarih çalışmasıyla bu gibi hikayeleri, gelenekleri derliyor, üzerine düşündüğü bir diğer konu ise Hasankeyf’in kendine has mutfağı. “Buranın şabut diye bir balığı vardır, biz bu balığı tutmayı biliriz, burada balık tutmayı çok severiz. Buranın otlarıyla bu balığı pişirmeyi deniyoruz, sadece Hasankeyf yemekleri yapılan bir restoran açmayı düşünüyoruz, beş yıl içinde ama önce kitap. Önümüzdeki birkaç yıl içinde o kitabı çıkarmayı düşünüyorum” diyor.
Ona göre kendi anne babası gibi orta yaşlıların düşüncelerini değiştirmek zor ama kendi neslini “Burada hala kültürü korumaya çalışan arkadaşlarımız ve biz varız” diyerek anlatıyor. Yeni yerleşimi sorduğumda da farklı bir fikri olduğunu öğreniyorum. Zeydan yazları nehrin kenarındaki çardaklarda, kışları ise yukarıdaki mağaralardan birinde yaşıyor. Ailesi yeni yerleşime taşınacak ancak onun planı farklı: “Kerpiçten, samandan, doğal ev yapmayı öğreten köyler var. Çarşı kapatıldıktan sonra oraya gidip bu evleri yapmayı öğrenmek istiyorum, buraya dönüp kalenin yukarısında böyle bir köy kurmayı düşünüyorum.”
Yeni Hasankeyf’in üstündeki baraj gölünü, yapılması planlanan limanı, tekneler ve teleferiği; bir de Zeydan’ın kerpiç evlerden oluşan köyünü gözümün önüne getirmeye çalışıyorum. Bunlar gerçekleşir mi bilinmez ama Hasankeyf’in eski halinden çok farklı bir yer olacağı aşikar.